17 Şubat 1926 tarihinden itibaren bayrağı haç olan İsviçre’den kopyaladığımız “Medeni Kanun” ve 1 Mart 1926 tarihinde İtalya’dan kopyaladığımız “Ceza Kanunu” ile adalet tesis etmeye çalışıyoruz. M. Kemal’in hayatında aşama aşama geliştirilerek 1937’de son halini alan, laiklik ve inkılapların üstünlüğü üzerine bina edilmiş bir de anayasamız vardı hukuk sistemimizin temelinde. Tüm akıllı insanlar bir toplumda adaletin tesisi için hukukun üstün olmasının şart olduğunu kabul eder. Yönetenlerin de yönetilenler kadar önünde “boyunlarının kıldan ince” olacağı bir hukuk sisteminin olması gerektiğini herkes kabul eder. Peki, bu mevcut sistemde hukukun üstünlüğü mümkün müdür? Cumhuriyet tarihimizde hukukun güçlülere haddini bildirebildiği olmuş mudur? Bu yazıda bazı başlıklar altında bu soruların cevaplarını aramaya çalışacağız.
Öncelikle önceden hukuk sistemimizin nasıl olduğunu ifade edelim. Osmanlı Devleti’nde şer’i esaslara binaen ortaya koyulmuş olan Mecelle isimli kitapta toplanan kanunlar yürürlükteydi. Mecelle’den önce kadılar Hanefi Mezhebinin muteber kaynaklarından olan Hidaye, Kenz, Kuduri, Muhtar, Vikaye ve Mecme’ isimli fıkıh kitaplarıyla hüküm verirlerdi. Ancak daha sonra kadılıklar haricinde mahkemelerin kurulması ve hukukun temellerini oluşturan bu metinlerden güncel mevzulara kıyas yapıp hüküm verecek âlimlerin azalmasından dolayı ilmi bir heyet tarafından yine bu esaslara bağlı kalarak, Mecelle isimli kanunname ortaya konuldu. Mecelle İsviçre ve İtalya kanunlarını 1926’da kopyalayana kadar bizim kanunlarımız olarak uygulandı. “Bununla beraber yakın zamanlara kadar Mısır, Suriye, Irak, Arabistan, Ürdün, Lübnan, Kıbrıs, Filistin, Kuveyt, Arnavudluk ve Bosna-Hersek gibi eski Osmanlı vilâyetlerinde tatbik olunmuş, bu memleketlerde daha sonra hazırlanan medenî kanunlara büyük ölçüde kaynak teşkil etmişdir. İsrail’de ise halen tatbik edilmekdedir.”[1]
Mevcut Sistemde Hukuk Neden Üstün Olamaz?
Bu meseleyi doğru bir şekilde tetkik etmek için önce mevcut sistemden biraz bahsetmemiz gerekmektedir. Hristiyan Batı Devletlerinden kopyaladığımız kanunlar ile yönetildiğimizi ifade etmiştim. Aynı zamanda anayasamıza 1937 yılında “laiklik ve Atatürk İnkılapları” başlığı altında giren bazı esaslarla yönetilmekteyiz. Bu esaslara göre İslam; devlet yönetimi, şahsi hukuk ve ceza hukukunda asla söz sahibi olamaz. Mesela Müslüman bir aile: “Biz İslami usullere göre evlenmek istiyoruz” dese ya da Müslüman işadamları: “Biz aramızdaki bu anlaşmazlığın İslami kanunlara göre çözülmesini istiyoruz” dese bu asla kabul edilmez. Belki “gidin kendi aranızda çözün” şeklinde bir çözüm üretebilir ancak taraflardan biri Müslüman olduğunu iddia ettiği halde dünyevi çıkarlarını uhrevi çıkarları üzerine tercih edip mevcut sistemin kanunsuzluklarından pekâlâ yararlanabilir. Allah’ın kanunlarının yasak olduğu bu sistemde kanunlar meclisteki vekiller tarafından oluşturulur ve uygulamaya konulur. Bu sistemde neden hukukun üstün olamayacağını bazı başlıklar altında inceleyelim:
1. Değiştirebilir Anayasa İle Adalet Sağlanamaz!
Biliyorsunuz ki ilk anayasamız 1876’da kabul edilen Kanun-i Esasi olarak kabul edilmektedir. Daha sonra 1921, 1924, 1961, 1973, 1982 anayasaları hayatımıza girmiştir. En son değişikliği de 16 Nisan 2017’de yaptık ve mevcut anayasamıza sahip olduk. Bu tarihlerde yapılan değişikliklerin yanı sıra ara ara ilave edilen, değiştirilen birçok madde de bulunmaktadır. Mesela 1928 yılında “ Devletin dini İslam’dır” ibaresi kaldırılmıştır. Aynı şekilde 1937 yılında Laiklik ve diğer Atatürk ilkeleri anayasaya eklenmiştir. Yani anayasa olarak ifade ettiğimiz, hukuk sistemimizin üzerine bina edilmiş olduğu metin daha 100 sene olmadan yaklaşık 10 defa köklü olarak, defalarca da ufak tefek değişiklikler ile yenilenmiştir.
Bu değişiklikler tamamen dönemin siyasi aktörleri tarafından yapılmıştır. Bazılarında halkın bu değişiklerden haberi bile olmamıştır. Silah zoruyla iktidarı ele alanlar bile bu ülkeye anayasa dayatmış ve halkı senelerce kendi istedikleri gibi yönetmişlerdir. Hatta öldükten sonra bile halkın hangi kanunlarla nasıl yönetileceğine karışmaya çalışmışlar ve halen karışmaktadırlar. Netice itibariyle bu değişiklikleri yapanlar Peygamber değildir. Onlar da tıpkı bizim gibi bu topraklarda yaşamış olan insanlardır. Padişahları: “halkı tamamen kendi isteklerine göre yönetenler” olarak tanımlayanlar bu tanımı kendilerine aynen uygulamışlardır ve Padişahlar hakkında bu tanım koca bir yalandan ibarettir. Zira Padişahlar anayasa hazırlamamış, Allah’ın anayasası olan Kur’an’ı anayasa olarak kabul etmişlerdir. Şimdi ise mevcut sistemin, insanların yönetimde söz sahibi olmasına daha uygun olduğunu iddia edenler (ki bunların başı CHP’dir) Türkiye’deki adaletsizliklerden ve hukukun acizliğinden bahsetmektedirler. Hatta kilometrelerce yolu “adalet” sloganı ile yürümüşlerdir.
Biz: “Bu sistemin temeli bozuk, insanların istedikleri gibi yasa ve anayasa yaptığı bir adalet sistemi olmaz.” dediğimizde sinirlerinden parmaklarını ısırıyorlardı hâlbuki… Sistem sizin sisteminiz! Doğruluğunu savunduğunuz sistemde garip seçimler, askeri ve sivil darbelerle yönetimi ele geçirmeyince niye savunmuyorsunuz?
Siyasi gücü elinde bulunduranların değiştirebildiği bir anayasa ile adalet sağlanamadığı gibi hiçbir insan da bu anayasa ve buna binaen çıkarılan kanunlara güvenemez. Cemal Gürsel gelir kendi anayasasını yapar, Kenan Evren gelir kendi anayasasını yapar, Tayyip Erdoğan gelir kendi anayasasını yapar. Böyle bir hak, adalet, yönetim anlayışı olabilir mi? Doğru 3 – 5 senede bir değişen bir olgu mudur? Hak, Hz. Âdem’den beri hak değil midir? Ben Kenan’ın doğrularına göre niye yönetilmek zorunda kalayım? Ya da bu taraftan bakın ben Erdoğan’ın doğrularına göre niye yönetilmek zorunda kalayım?
Yüzde 99’u Müslüman olan bu memlekette 1.400 yıldır değişmeyen Kur’an’ı anayasa yapmak yani toplumun tamamının kabul edeceği (en azından kabul etmesi gerektiği) bir anayasaya sahip olmak gerekli değil midir? Kur’an’ın anayasa olması, Kur’an’a inanmayanlara göre bile Ahmet’in Mehmet’in her an değişebilen anayasaları olmasından evla değil midir? Anayasa güçlüye göre değişen değil, güçlüleri önünde boy eğdiren bir mefhumdur. Bugün siyasi otoriteyi elinde tutanları Kur’an’dan başka önünde boy eğdirecek bir güç yoktur, bundan sonra da olmayacaktır!
2. Çoğunluğa Göre Hukuk Olmaz!
Mevcut sistemimizde beş yılda bir seçtiğimiz meclis, kanun maddeleri oluşturur ve uygular. Bu kanunların kaç defa değiştiğini inanın araştırmaya mecalim yok. Yüzlerce kez yeni kanunlar konmuş, değiştirilmiş, silinmiştir. Peki, bunlar neye göre yapılmıştır? Tamamen anayasa mevzusunda olduğu gibi dönemin siyasi otoritesi tarafından yapılmıştır. İktidarda olan zümrenin her an değiştirebildiği ve yine kendi değiştirdikleri anayasadan başka bir şeye bağlı olmayan bir kanun sistemi düşünün. Ne kadar adil olabilir?
Ne bir hukuk adamı ne bir vatandaş bir zümrenin istediği gibi değiştirebildiği bir sisteme güvenmez! Zaten güvenmesi akıl kârı bir iş değildir. Mesela 2012 yılında hayatımıza GSS namında bir sigorta yolu girdi. Çok garip bir şekilde kişinin gelirini aynı evi paylaştığı insanların gelirleri ile beraber hesaplayan bu sistemde hiçbir mal varlığı olmayan evli ve ailesi ile aynı yerde ikamet eden bir kişi, anne, baba, diğer kardeşler ve dedesinin mal varlığı üzerinden zengin sayıldı ve kendisinden yüksek primler tahsil edildi. Sanırım 2017’ye kadar böyle devam etti. Kanunu uygulayanlar bile “başkasının ikametine geç, gelir az çıksın” gibi kanunun açıklarından faydalanmaya ve yalan konuşmaya insanları sevk ettiler. İnsanların çoğu da bu saçma sapan adaletsiz kanunun zulmünden kurtulmak için yalan beyanlarda bulundu.
İlk zamanlar okul bittiği anda başlıyordu sonra bu kısmı değiştirildi. Bir ara belli bir yaşa kadar olanların borçları silindi ama aynı paraları ödeyenlere paraları iade edilmedi. Uzatmayalım en son referandum öncesi gelir tespiti kaldırıldı ve her sınıf insana bir prim belirlendi. Peki, senelerdir zengin olmadığı halde aynı evi paylaştığı insanların zenginlikleri yüzünden yüksek prim ödeyenlerin ücretleri ne oldu? Hukuk sistemimizin kurbanı oldu. İnsanların kanunları ile sağlanacak adaletten bu kadar hayır gelir işte. Mesela SGK sistemine girerken emeklilik yaşı diye bir şey olmayan birçok vatandaş şuan primini ödemiş yaş sınırını beklemektedir. Değişen kural oyunun içindekileri bağlar mı? Güçlü hak değil çoğunluğun görüşü ise bağlar!
3. Bu Sistemde Adaletli Hâkim Yetişmez!
Hukuk fakültelerinde yetişen avukat, savcı ve hâkimler kime karşı sorumludur? Siyasi otoritenin hazırladığı anayasa ve yasa ve kendilerini atayan siyasi otorite. Netice olarak tek sorumlu oldukları merci siyasi otoritedir. Güçlüden başka kendisini sorumlu hissettiği bir merci yoktur. Böyle bir düzenin içerisinde sorumlu olduğu güçlü makamın karşısında garibanın hakkını savunacak bir hâkim yetişebilir mi? Yetişse bile savunabilir mi? Zaten kanunları değiştirme yetkisi elinde olan kişiler kendileri haksız oldukları durumlarda kanunları değiştirip yollarına devam ederler. Dolayısıyla böyle bir hukuk sisteminde haklının hakkının verilebilmesi nasıl mümkün olabilir?
Senelerce bu ülkede hâkimlik savcılık yapmış FETÖ mensuplarına nasıl bakacağız? Bu ülkede en azında 10 yıldır hukuk, Fethullah Gülen’in ağzından çıkan hükümler olmamış mıdır? Kendilerine tek üst makam olarak mesleğe atanmasını sağlayan kişileri gören hâkimler kim bilir kaç kişinin hakkını hukukunu çiğnemiştir. Şimdi onlar büyük çoğunlukta veya tamamen değiştirdi. Peki, bundan sonra gelecek olanlar kimin ağzına bakacaktır?
Netice olarak her halükarda bu sistemdeki hukukçular bir kişi veya zümrenin ağzına bakmak zorunda kalmaktadır. Sistem bunu gerektirmektedir. Hâlbuki kendisini Allah’ın koyduğu kanunlara dolayısıyla Allah’a karşı sorumlu hisseden bir kadı böyle davranabilir mi? Allah’ın koyduğu değişmez anayasa ve bu anayasayı temel kabul eden fakihler tarafından ortaya koyulmuş bir yasa ile hükmeden bir kadı, Allah’tan başka herhangi bir otoritenin hükmünü kabul eder mi? Diyelim ki bir grup dünya düşkünü çıktı ve dünya için ahiretini sattı. Bunun mevcut sisteme oranı ne olur? Mevcut sistemin sistemi bu şekildedir. Bizim savunduğumuz sistemde ise şahsın haysiyetsizliği sonucu böyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
4. Kanunun Manevi Tesiri Olmalıdır!
Bir hâkim hükmederken kendisini bir gün hesaba çekecek olan Allah’a karşı kendisini sorumlu hissederse sizce nasıl hüküm verir? Hüküm verirken kullanmak zorunda olduğu kanunlar, Allah’ın ve Peygamber’inin ortaya koyduğu hükümler manzumesi olduğunda bu kanunlara karşı ihanet edebilir mi? İnsanların koyduğu kanunlar ile insanlara karşı sorumlu olan hâkim ile Allah’ın koyduğunu kanunlar sebebiyle Allah’a karşı sorumlu olan hâkimin hükmü bir olabilir mi? Dolayısıyla adaleti tesis edecek olan kimselerin kendilerinin her yaptığını gören ve bir gün yaptıklarının tamamından dolayı hesaba çekileceğine inanan kimseler olmalıdır. Aksi halde dünyalık makam, mevki ve para için kolaylıkla zaten insanların koyduğu kanunlara aykırı davranabilir. Zira kanunun sahibi en fazla bu hâkimi meslekten atar ve dünyalık bir ceza verir. Ancak diğer taraftaki kanunun sahibinin vereceği ceza çok daha fazla olacaktır ve yakalanmama ihtimali yoktur.
Aynı zamanda bu manevi değer, kanunu hem uygulayan hem de kanunun kendisi için uygulandığı kimse tarafından kabul edilmektedir. Müslümanların tamamı Allah’ın kanunlarını kabul eder. Diğer türlü kanun kendisi hakkında uygulanacak olan kişi bu hükümlere “falancanın hükmü” şeklinde baktığında bunların açıklarını aramaktan ya da bu kanunlardan kendisini korumak için yalan beyanlarda bulunmaktan çekinmeyecektir. Günümüzde de tam böyle olmaktadır. Vergiler konusunda koyulan haklı-haksız kanunların hiçbiri insanlar tarafında “uyulması zorunlu” kanunlar olarak algılanmamaktadır. Rahatlıkla yalan beyanlarda bulunulup vergi kaçırılabilmektedirler. Zira verginin bir manevi değeri yoktur. Vergi vermediğinden dolayı alacağı ceza yakalanırsa para veya hapis cezasıdır. Çoğu zamanda yakalanmazlar ve ceza ödemezler. Ya da şirketleri zarar ediyor göstermek için sahte faturalar basarlar ve devlet çoğu zaman bunları kontrol altında tutamaz. Hâlbuki kaynağı ilahi kurallar olan yasalarla yönetilen bir halk hem haksız vergilerle zulme uğramaz hem de Allah korkusundan ve kesin yakalanacağını bildiğinden dolayı yalan beyanlarda bulunmaz.
5. Bu Sistem Bir Kişiye “Mutlak Doğru” Olarak Bakılmasını Gerektiriyor
Aslında bu mesele hakkında bir şeyler ifade etmeye bile gerek yok. Sadece başlığı okuduğunuzda muhtemelen “hakikaten öyle ya…” dediniz. Zira biraz Cumhuriyet Tarihi bilenler ya da orta yaşın üzerinde olanlar bu meseleyi hemen anlar. Toplumun tamamının önünde eğileceği bir anayasa olmadığından ve anayasa makamına kaim olan metni devrin siyasi otoritesi oluşturduğundan bu sistem toplumun bir kişinin ağzına bakmasını gerektiriyor.
Mesela bakınız M. Kemal… Milli Mücadele sonrası Osmanlı’yı yıkıp yeni bir devletin temellerini atan Paşa, yaptığı icraatların tamamında mutlak doğru kabul edilmiştir. Hilafetin kaldırılmasını istemiş, sonradan diyanet reisi olacak Rıfat hocayı çağırıp: “İmzala!” demiştir ve hocaların istememesine rağmen imzalatmıştır. Diğer inkılaplar, kanunlar da aynen böyledir. Kimse kimseye neyi nasıl yapmaları gerektiğini sormamıştır. Batı endeksli laik bir devletimiz olmuş, bu devletin kurucusu M. Kemal adeta bir ilah mertebesine yükseltilmiş ve “la yüs’el” yani soru sorulamaz birisi kabul edilmiştir. Daha sonra İsmet Paşa gelmiştir. M. Kemal kadar olmasa da o da kendi kanunlarını kafasına göre koymuş ve icra etmiştir. Her ne kadar çok partili hayata geçildikten sonra bazı şeyler insanlara sorulsa da bu da yapmacıktır. Bu sistemin halka bir şeyler sorması günümüzde bile hala bir aldatmacadan ibarettir.
İsmet Paşa’dan sonra Cemal Gürsel geldi. Anayasasını yaptı, uyguladı. Kenan Evren geldi, anayasasını yaptı uyguladı. Şimdi de Tayyip Erdoğan var, anayasasını yaptı ve uyguluyor. Bakın aradaki kanunları konuşmuyorum bile, herkes kendi anayasasını yapıp uyguluyor. Bunlardan Erdoğan öncesi bu işi silah zoruyla yapmıştır, günümüzdeki ile aynı kefeye koyamayız. Ama icraat ve netice bakımından öncekilerden bir farkı yoktur. Çünkü bu sistem insanları mutlak doğru olan bir adama inanmaya itiyor.
İnsanlar 16 Nisan referandumunda maddelerin neye yarayacağını, ne getireceğini, ne götüreceğini biliyor muydu? Evet diyenlerin de hayır diyenlerin de büyük bir çoğunluğu bilmiyordu. Evet diyenler, Erdoğan yapıyor diye evet dedi, hayır diyenler de Erdoğan yapıyor diye hayır dedi. Neticede evet kazandı. Peki, insanların geldiği durum şuan nedir? Erdoğan en büyük, Erdoğan tam doğru, Erdoğan yanlış yapmaz, en büyük Erdoğan. Bu size bir şey hatırlatıyor mu? Yardımcı olayım: En büyük Atatürk, en doğru Atatürk, ondan başka adam yok, tek başına devleti kurtardı. Bakın ben Erdoğan’ı ya da bir başkası eleştirmiyorum. Sistem bunu gerektiriyor. Çünkü idare edenlerin ve idare edilenlerin ortak olarak önünde eğildikleri bir üst makam yok. Olmadığı için insanlar o üst makama idarecileri çıkarıyorlar. Bu sistemde bu yüzden adalet olamaz! Her zaman siyasi gücü elinde tutanların sultası olur.
Garip bir şekilde insanlar Osmanlı hükümdarlarının “sonsuz” zannettikleri yetkilerinden bahseder. Çok net ifade ediyorum: M. Kemal hiçbir Osmanlı padişahının ulaşamayacağı yetkileri bu sistemle elinde toplamıştır. Bugün Erdoğan bile çoğu Osmanlı padişahından daha yetkilidir. Bu iki isim ve aralarında geçenlere “Dur!” diyecek bir güç ve bir makam yoktur! Osmanlı’da Allah’ın kanunları yönetene de yönetilene de “Dur!” diyebiliyordu. Şimdi ise Allah’ın kanunlarının makamında da idarecilerin kanunları var. Benim kanunum bana ne kadar “Dur!” diyebilir?
Hâsıl-ı kelam, netice-i meram; insanları yoktan var eden ve kendisine kafa tutmaya cesaret edecekleri kadar güç, kuvvet ve kudret ihsan eden Allah’ın kanunları kabul edilmediği müddetçe daha çok adalet ararız. Bu Müslümanlar için böyle olduğu gibi günümüzde İslam hassasiyeti olmayan vatandaşlarımız için de böyledir. Zira İslam’a göre zulmedilmezler ama karşı görüşün iktidar olduğu ve kendi anayasalarını, yasalarını yapabildikleri, kendi hâkimlerini atayabildikleri bir hukuk sisteminde zulüm içinde boğulabilirler. Her ne kadar kanunları çoğunluğun değil, Allah’ın ve Peygamberin belirlemesi aslında onların işine gelse de bu fikre yanaşmazlar. Zira insanın temel aldığı değerlerin ve kişilerin, yanlış kararlar veren yanlış insanlar olduğunu kabul etmesi zordur.
Eğer adalet arıyorsak adalet Kur’an’dadır! Öküzün altında buzağı aramakla ömrümüzü heba etmeyelim!
[1] http://www.ekrembugraekinci.com/pdfs/AbideEserMecelle.pdf