Uzunca bir süredir Türkiye gündemi tarikat ve cemaatlere yapılan yerli ve yersiz saldırılarla meşgul edilmekte. Siyasilerin açıklamaları, gazete haberleri ve sosyal medya gündemleriyle ilerleyen süreç nihai olarak dini yapıları anlatan dizi ve filmlere kadar vardı. Bu tip yapımlar, olayları gerçekçi şekillerde ele almaktan ziyade dini yapılarda “insanların dini duygularının sömürülerek kazanç elde edilendiğini, inanç adı altında her türlü sapıklığın icra edildiğini ve tabilerinin Hasan Sabbah’ın afyonlanmış müritlerinden farkı olmadığını” iddia etmekte ve bu kapsamda çalışmalarına devam etmekte. Süreç bu şekilde ilerlerken birtakım cemaat mensupları veya konunun sadece cemaatlere değil bizzat İslam’a da saldırmak olduğunu anlayan samimi Müslümanlar: “Bu cemaatlere ne oluyor ki çıkıp kendilerini savunmuyorlar? İktidara baskı yapıp bu yapımların durdurulması için çalışmıyorlar?” şeklinde sorular yöneltmeye başladılar.
Ben bir tarikat müntesibi aynı zamanda sivil toplum kuruluşu aracılığıyla cemaat faaliyetleri yürüten bir vatandaş olarak, bana da yöneltildiğini düşündüğüm bu soruya cevap vermeye çalışacağım.
Bu Yazıda Okuyacaklarınız:
Bu Ülkede Müslüman Mazlumdur
Ülkemizde 20 küsur yıldır süren AKP iktidarı döneminde dine mesafeli olan sol kesim yazarlar ve siyasiler sürekli “Ülke İslamcıların elinde, bunlar anayasayı lağvedip şeriat ilan edecekler. Atatürkçülük ve laiklik ilkeleri ayaklar altına alınıyor.” şeklinde yaygara koparıyor. Vakıa incelendiğindeyse ülkenin yönetimsel olarak İslam’a bırakın yaklaşmayı, uzaklaştığı; laikliğin bırakın ayaklar altına alınmayı göklere çıkarıldığı anlaşılacaktır. Bu ülkede dün de, bugün de belirli bir ideolojik düşüncesi olan insanlar arasında en ziyade zulüm gören kısım Müslümanlardır, yarın da muhtemelen böyle olmaya devam edecektir. Bunu birkaç kıyasla görmeye çalışalım. Kendini mazlum iddia eden birkaç grupla Müslümanları kıyaslayalım.
1- Aleviler
Ülkemizdeki Aleviler, Sünniler karşısında azınlık olduklarını, Sünnilere yapılan hizmetlerin kendilerini yapılmadığını, işte efendim yakıldıklarını, yıkıldıklarını, köylerinin yollarına asfalt yapılmadığından falan şikâyetçidirler. Ancak bakıldığında bugün Türkiye’de Alevilik aleyhine yazı yazabilen, film çevirebilen, söz söyleyebilen ne bir siyasi, ne bir gazeteci, ne bir artist bulamazsınız. Bundan seneler önce M. Ali Erbil Alevilerin adını bile anmadan onlarla iştihar etmiş bir ifadeyi canlı yayında kullandı. Şüphesiz planlı bir şekilde Alevileri aşağılamak için yaptığı bir hareket değildi. Ancak adamın programı durduruldu, kendisi Alevi dergâhlarının kapısını aşındırdı, özür dilemekten bitap düştü.
Ülkemizde televizyonlara çıkarılan hocalar, gerek diyanet mensupları olsun gerek müstakil olanlar olsun kendilerine sorulan “Alevilerin hükmü nedir?” sorusuna ciddi anlamda cevap veremezler. İki inanç arasındaki küçük farkları dillendirip hepimiz Müslümanızla cevaplarını nihayete erdirirler. Ama aynı televizyon programlarında Sünni mezheplerin fıkıh kitaplarındaki ücra detaylara varıncaya kadar ahlaksız üsluplarla insanların gözlerinin önüne serilir.
Konuyu bağlamından çıkarmak istemiyorum ancak şunu da burada ifade etmeliyim: Bizim tartışılmasından endişe ettiğimiz hiçbir meselemiz yoktur. Hakkın arandığı, tartışmanın laiklik, modernlik, Avrupa’dan alınan kanunlar gibi zayıf zeminler üzerine bina edilmediği durumlarda her şeyi konuşuruz. Ancak mesele Alevilik olunca “doğruyu söylerken bile ne söylediğine dikkat etmek zorunda olan” yetkililer, mesele Hanefilik, Şafiilik yahut Nakşilik olduğunda yalanı bile rahatça konuşmaktadırlar.
2- HDP’li Kürtler
Memleketimizin yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan ve görüş ve düşünce olarak Halkların Demokratik Partisi (HDP) etrafında toplanan kesime sorsanız bu ülkenin en mağdur edilen insanlarıdır. Ben burada tarihi meseleler üzerinde duracak değilim. Ancak şahsi olarak genel kabulüm Müslümanların sırf Müslüman oldukları için yedikleri dipçikler, Kürtlerin sırf Kürt oldukları için yedikleri dipçiklerden kat kat fazladır. Ama Müslümanlar, Kürtler kadar iyi örgütlenip bunları kullanamamış, dışarıdan kendilerine destek bulamamış veya istememiş, nihai olarak da eline tüfeği alıp toprak almak gibi bir davayla asker vuracak hale gelmemiştir. Elhamdülillah. Ancak gelinen noktada bu ülkenin meclisinde biz sizden toprak almak istiyoruz, özerklik istiyoruz, kendi topraklarımızda kendimiz hâkim olmak istiyoruz diyebilen bir Kürt kesim oluşmuştur. Bununla beraber Müslümanlar bırakın bu topraklarda şeriat hâkim olsun demeyi, “ben evliliğimi, boşanmamı, mirasımı dinime göre yapmak istiyorum, buluğa ermiş kızımı erkeklerle veya erkek öğretmenlerle aynı yerde okutmak istemiyorum.” dahi diyememektedir. Bahçeli, hilafet için isyan eden Şeyh Said’e sövdüğü kürsüden, (iddiasına göre) Kürtlük için isyan eden Öcalan’a af çağrıları yapmaktadır.
Bu ülkede şuan Kürt açılımı yapmayan, “Kürtlere zamanında zulmedilmiş geçmişle hesaplaşıp arayı düzeltmemiz lazım” demeyen neredeyse hiçbir siyasi parti kalmamıştır. Şimdi Kürtler mağdur da Müslümanlar değil mi?
Buradaki Kürtler tabirinden kavmiyetçilik güden ve bölücülüğü destekleyenler kastedilmiştir. Yoksa Kürtler de Türkler gibi Müslümanlıklarından sebep mazlum olmuşlardır.
3- Ermeniler
Bu ülkenin kendilerine soykırım yaptığını iddia eden ama ne hikmetse bu ülkede yaşamaya devam eden 50.000 kadar Ermeni vatandaş var. Sorsak bunlar da ne zulümlere uğramışlardır. Ancak bugün 150.000 kişiye bir vekil düşen meclisimizde 50.000 Ermeni 2 vekil tarafından temsil edilmektedir. Tevhid-i Tedrisat kanunları kapsamında medreselerin kapısına kilit vuran devletimiz, Ermeni azınlık okullarına dokunmamış, kendilerine “burada çocuklarınızı istediğiniz gibi yetiştirebilirsiniz.” demiştir. Onlara bunu derken Sünnilere “Allah-u Ekber” demeyi yasaklamış, “Tanrı uludur.” diyeceksin demiş; “Allah-u Ekber” demeye devam edenleri dövmüş, sövmüş, hapsetmiştir.
4- Kemalistler
Günümüzde en mağdur kendilerinin olduğunu söyleyen bu zümreye bir soru sorup bir de hatıra nakledip başlığı kapatıyorum: Bizim ülkemizde “Şeriata sokayım.” diyen avukat iki polis eşliğinde podyuma çıkar gibi mahkemeye gitti, bir kapısından girdi, diğerinden çıktı. Bu ülkede bir vatandaş, “Atanıza sokayım.” dese ne olur?
Muharrem İnce bir ara sürekli dozerle tarikat yıkıyordu. Ben de çevremde diyordum ki: “Ben bu adamın dediğine %100 katılıyorum. Dozerle yıkılsın ama taciz tecavüz tarikat yurdunda olunca tarikat yurdu yıkıldığı gibi okulda olunca da okul, hastanede olunca da hastane yıkılsın.” Sonra sosyal medyada falan bu kendisine söylenince bir televizyon programında “Atatürkçü Düşünce Derneğinde olursa orayı da yıkarım.” dedi. Karşısındaki gazeteci bunu yayında bir sıkıştırdı: “Sen nasıl yer altı şebekelerle A.D.D. gibi köklü, muhterem v.s. kurumu bir tutarsın!” diye. Yayında on kere falan özür diledi. Bir daha da A.D.D. yıkarım hiçbir yerde diyemedi. Zannediyorum elinde imkân olsa hala tarikat yıkar.
Netice
Ülkemizde 1924’ten 1950’lere kadar, ezanın asli şeklinde okunmasından tutun, insanların hacca gitmelerine kadar tamamen inanç sahasına giren birçok mesele devlet tarafından yasaklanmıştır. Aynı yıllarda Arap alfabesiyle olduğu için Kur’an-ı Kerim öğretmek yasaklanmıştır. 1950’lerden sonra milletin oy vermeyecek olması kaygısıyla yavaş yavaş Müslümanlar bu ülkede nefes almaya başlamıştır. Nefes almaya başlamıştır da özgür müdür? Asla değildir. Hâkim zihniyet olan Kemalizm’in izin verdiği kadar nefes alabilir, izin verdiği kadar düşünebilir. Bu ülkede hayatını İslâmi kaidelere göre tanzim etmek isteyen samimi Müslümanlar, ne toprak isteyen Kürtler kadar, ne tüm dünyaya Türkiye’yi soykırımcı diye anlatan Ermeniler kadar hür değildir.
25 yıla giden AKP iktidarında Müslümanlar, “Yahu bu kadınlar sabahları işe giderken toplu taşımada çok zorlanıyorlar. 3 – 4 araçta bir sadece kadınların binebildiği araçlar gelsin de en azından erkek temasından kurtulsunlar.” bile diyememiştir. “Benim dinime göre buluğa ermiş kız ve erkeklerin aynı ortamda bulunması uygun değil, belirli bir yaştan sonra okulları ayıralım.” fikri, hala bırakın uygulamayı konuşulacak ortamı bile bulamamıştır. “Ben Hanefi mezhebine göre amel ediyorum. Nasıl namazımı böyle kılıyorsam alışverişimi de, nikâhımı da böyle yapmak istiyorum.” ifadesini ise söylemek bile sakıncalıdır.
Bu ülkenin siyasileri, gazetecileri, televizyoncuları kısacası hâkim kesim ya tam din düşmanıdır ya da kafalarındaki İslam’a göre Müslümandır. Kitaplardaki İslam’ın ise konuşulması, talep edilmesi, yaşanılması mahzurludur, yasaktır.
Bu bilgiler ışığında bakıldığında Türkiye’de 3-5 gusülsüz toplanmış, cemaatleri, tarikatları kötü göstermiş. Müslümanlar niye cemaatlerine sahip çıkmıyor. Vallahi benim kudretim olsa cemaatten önce şeriata sahip çıkarım. Ancak bu ülkenin meclisinde her gün şeriata sövülüyor. Samimi Müslümanların bu hususta yapabilecekleri şey rahmetli üstadımız Hacı Mahmud Efendi hazretlerinin televizyonlar hakkındaki aşağıdaki sözlerine riayet etmeleridir:
Aklı başında olan bir adamın evinde televizyon olmaz.
Televizyon hiç Mevla’yı hatırlatır mı? Zehir zakkum akıtıyor.
Necaset bir güğüm su ile temizlenir ama televizyon necasetini Karadeniz temizlemez.
Televizyon seyretmeye gelmedin Dünya’ya. Mevla’nın düşmanlarının yüzüne bakıyorsun, Mevla’nın düşmanlarının yüzüne bakılır mı?